Trabzon, tarih boyunca pek çok medeniyete beşiklik yapmış olan bir şehirdir. Tarih öncesi dönemden itibaren yerleşim izlerine rastlanabilecek bu kent ortaçağdan itibaren mühim bir siyaset, kültür ve ticaret merkezi olmuştur. 15 Ağustos 1461’de Fatih Sultan Mehmed’in Osmanlı hâkimiyetine soktuğu Trabzon’un önemi artarak devam etmiştir.

Daha önceki siyasi konumu sancak merkezi olması ve önemli şehzadelere ev sahibi haline gelmesiyle daha da artan şehrin doğu-batı ticaretindeki kilit rolü, Osmanlıların Karadeniz’i “Türk Gölü” haline getirmesiyle daha da çoğaldı. İpek yolunun Erzurum’dan denize açılan kapısı olmasının yanı sıra Kafkasların güneyinden gelen yolların ulaştığı Trabzon, Osmanlı hâkimiyetinden sonra Karadeniz’in kuzey-güney ticaretinin en önemli iki merkezinden birisi haline geldi. Osmanlı Devleti’nin parçalanmasından sonra bozulan bu ticaret ağından en çok etkilenen illerin başında Trabzon gelmekteydi. Bu süreçte ortaya çıkan Rus işgali ve Pontus isyanından derinden etkilenen Trabzon, Cumhuriyet’in ilanıyla birlikte yaralarını sarmaya başladı. Ancak yeni idari yapıyla Osmanlı Devleti dönemindeki merkezlik olma vasfını kaybeden, ekonomik hayatın yeniden şekillenmesiyle ticaret merkezi unvanını da kaybeden Trabzon, içe kapanık bir şehir halini almıştır.

Trabzon denildiğinde dünyada ve Türkiye’de akla gelenler/getirilenler aslında o şehrin kimliğinin ortaya konulmasında anahtar rol üstlenir. Son dönemde yayımlanan bir eserle yeniden gündeme gelen Trabzon/Trabzonlu kimliği üzerine yapılan sorgulamalarda, bazı yazar-çizerler içeriden ve dışarıdan bakışla Trabzon’un nasıl bir şehir olduğunu, ne tür insan yetiştirdiğini izah etmeye çalışmışlardı. Ancak bu sorgulamanın ötesinde Trabzon’u idare edenler, Trabzon’da yaşayanlar ve dışarıdan Trabzon’a bakanlar bu şehri hangi kıymet ölçüleriyle değerlendirirler? sorusuna alınacak cevaplar kentin tarihi ve güncel kimliğini sorgulamada mühim yer tutar.

Dünyadan bakıldığında Trabzon ismiyle bir literatür taraması yaptığınızda karşınıza büyük filozof George (Georgios) çıkar. Hıristiyan inanışında Bizanslılardan çok önce Trabzon ve çevresinde Hıristiyanlığı yayan aziz Eugenios önemlidir. Katolik dünyasında Trabzon doğumlu olan kardinal Bessarion bu şehri meşhur yapar. Bir de belirli çevreler tarafından Bizans’ın yıkılmasından sonra Yunanlılığın son temsilcisi olarak görülen Trabzon Rum Krallığı (onların kullandığı isimle Trabzon İmparatorluğu) batı bilim dünyasında öne çıkar. Yurt dışında yayımlanan eserlerde genellikle Trabzon dendiğinde şehirdeki Türk öncesi yapıların ağırlıklı olduğu mimari eserlerin ya da mübadeleye kadar şehirde yaşayan Rumların fotoğraflarının süslediği albümlere rastlarsınız. Trabzon onlar için adeta 1461’den önceki durumuyla hatırlanılmak/ kabullenilmek istenen bir şehir gibidir.

Dünyadan bakıldığında Trabzon ismi geçtiğinde ilk karşınıza çıkması muhtemel simgeler bunlarken Türkiye’de yaşayan bir ferdin Trabzon dendiğinde aklına gelecek şeyler nelerdir? İlk başta şüphesiz Sumela manastırı gelir. Ondan sonra Uzungöl ya da Ayasofya, üçüncü grupta Trabzonspor, hamsi, Akçaabat köfte, Vakfıkebir ekmeği ya da çay. Dikkat edilirse bu simgelerin şehrin tarihine ait olanlarının 1461’den sonraki dönemle pek bir alakası yoktur. Başka bir deyişle kimse Kanuni’nin Trabzon’da doğduğunu bilmez, Gülbahar Hatun’un kim olduğundan ya da burada defnedildiğinden habersizdir, Boztepe’deki Ahi Evran’ın fetihten çok önce orada ne yaptığını anlayamaz. Trabzon’un içine inci bir gerdanlık gibi dizilmiş Osmanlı camilerini, imarethanelerini, çarşılarını vs. bilemez, çünkü çoğu yıkılmak üzeredir ya da koca binaların arasında güneş görmez bir halde kaderine terkedilmiştir. Trabzon’a dışarıdan gelenler Kostaki konağında gezdirilirken ondan daha görkemli bir bina olan Memişağa konağının ihmalinin ardında yatan, onun bir Türk yapısı olması mıdır?

Trabzon’un bu simgelerle anılmasının sorumluları kimdir sorusuna cevap ararken, ihmal başta olmak üzere çeşitli gerekçelerle şehrin gerçek kimliğini yeterince kavrayamayanlar ilk olarak karşınıza çıkar. Resmi kurumların sitelerine bir girerseniz bu konuda herkesin üzerine düşeni alması gerektiğini anlarsınız. Trabzon’u tanıtan bu sitelerde gerçeklerle hiçbir alakası olmayan pek çok bilgiye rastlamak mümkündür. Halk arasında da adeta hurafeye dönüşmüş bu bilgiler arasında “Trabzon’un adının Yunanca Trapezus’tan geldiği” en çok kullanılanıdır. Trapezus yamuk demekmiş, Trabzon’da kurulduğunda yamuk şeklinde bir şehirmiş, bu sebeple Trapezus adını almış. Aynı şekilde şehri kuranlar Yunanlı kolonicilermiş vs. Başta Avrupalı ve Yunanlılar olmak üzere bilim adamlarının yaptığı pek çok çalışmada bu bilgilerin uydurma olduğu, ideolojik maksatlı olarak yazıldığı ortaya konmuşken hala resmi sitelerde bu tür bilgilere yer verilmesi manidardır.

Trabzon’daki bazı resmi kurumların şehrin turistik değerlerini tanıtırken işaret edilen simgelerin mutlaka Ayasofya, Sumela gibi yerlerden seçilmesi garip bir tesadüf müdür bilinmez. Herhalde geçtiğimiz yıl “Sümela’yı Seviyoruz.” ismiyle Yunanca ve Rusça da dahil olmak üzere pek çok dilde broşür bastıranların, gelen turist kafilelerine yıkılmakta olan Türk-İslam eserlerini gezdirmeye yüzü olmadığından olsa gerek bunlar kataloglarda yer almaz. Oysa aynı kurumların bastırdığı envanterlerdeki Türk-İslam eserleri birer broşür haline getirilse, pek çok insanın Çaykara camilerindeki ahşap kapı ya da minberleri, Of’un çeşitli kesimlerine pırlanta gibi kondurulmuş konakları, Akçaabat’taki Orta Mahalle’yi ya da Ağasar vadisinde binlerce yıllık Çepni kültürünü halen yaşatan köyleri görmeyi arzulayacağına eminim. Trabzon’a gelen turistleri Gülbahar Hatun’un türbesine götürmeye çalışan yetkililer, hemen camın dibine açılan yolu ya da çevredeki koca binaların külliyeye vuran gölgesini izah edemezler sanırım. Yukarıdaki broşüre nazire olarak aynı dillerde “Senden Özür Diliyoruz Gülbahar Hatun” diye bir broşür hazırlatıp onun imar ettirdiği külliyenin başından geçenleri yazmak, aslında Trabzon’da ihmal edilen bir tarihin acı bir özeti olacaktır.

Trabzon’un simgelerini gerçek anlamıyla ortaya koyabilmek ve hak ettiği imajı yerleştirebilmek için çeşitli düzenlemelere ihtiyaç vardır. Meydan parkında ismi yaşatılan bazı düşünür ve sanatçılara ilave Trabzon’un yetiştirdiği ancak Türkiye tarafından bu ille olan bağlantısı bilinmeyen sanatçılar ve bilim adamları öne çıkarılmalıdır. Bunun için en makul yol onların isimlerinin yaygın olarak kullanılan yerlerde yaşatılmasıdır. Ayrıca iletişim vasıtaları kullanılarak Türkiye’de ve dünyada haklı itibar kazanan bu insanların Trabzon’da yetiştiği bir şekilde yaygınlaştırılmalı ve kentin bir zamanlar nasıl bir “altın nesil” ortaya çıkardığı hafızalara kazınmalıdır.

Böyle olunca günümüzde “Trabzon ne yetiştirir?” sorusuna cevap arayanların geçmişteki bu tecrübeyi göz ardı ederek bazı yakıştırmalarda bulunmasının da aslında pek yakışık almadığı görülür. Diğer yandan misal olarak Malatya dendiğinde İsmet İnönü ya da Turgut Özal’ın adı geçer ve bu kent “cumhurbaşkanı çıkaran il” olarak anılırken Trabzon dendiğinde toplumun hafızasında Cevdet Sunay ya da Hasan Saka neden canlanmaz? Mutlaka zihinlerde bu tür tarihi kişiliklerin Trabzon’la birlikte anılmasını sağlayacak düzenlemeler yapılmalıdır. Önceki dönemde İl Genel Meclisi’nde dile getirilen Trabzon Havalimanı’nın adını Trabzon Kanuni Havalimanı’na dönüştürmek gibi somut adımların atılması bu açıdan büyük önem taşımaktadır.

Sonuçta, Trabzon dendiğinde belirli çevrelerin oluşturmaya çalıştığı menfi imajı ortadan kaldırabilmek için bu kentin sahip olduğu tarihi birikimi doğru okuyarak gerçek temelleri üzerinde anlatmak gerekir. Binlerce yıllık bir mirası sinesinde barındıran Trabzon, tarihi ve turistik güzelliklerinin yanı sıra yetiştirdiği vasıflı insanlarının sayısıyla anılmayı ve övünmeyi hak eden bir kenttir. Aynı topraklardan yeniden dünyaya mâl olmuş şahsiyetler çıkması isteniyorsa, öncelikle şehrin tarihi ve kültürel imajı düzeltilmeli, bunu dert edinen herkes Trabzon’u doğru anlamalı ve tanıtmalıdır.

Her hakkı saklıdır. Yazarının ve Serander.Net'in izni olmaksızın alıntı yapılamaz, kullanılamaz.